“Göçmenlik bir buğulu cam hali değil mi? Ne dışarısı net olarak görünüyor ne de içerisi. Ama yine de göçmenler hep bir pencere arıyor. Akıp giden hayata pencerenin ardından bakmak düşüyor nasiplerine.”
Gökhan Duman, 11.Peron
Göç ve göçmenlik kavramı son zamanlarda artan mülteci krizleri ve ırkçılık ile beraber gerek yerel gerek uluslararası gündemde kendine büyük bir yer edinmiştir. Şüphesiz ki bu krizin bu denli büyümesinde eşitsizliğe sebep olan politikalar ve başarısız bir ekonomi yönetiminin yüksek payı olsa da bu yazıda göçmenliğin psikolojisine ve beraberinde getirdiklerine odaklanılacaktır.
Ben ve Öteki
Psikolojinin en önemli unsurlarından biri ben ve öteki ayrımıdır. Tıpkı siyah olmadan beyazın da mümkün olamayacağı gibi öteki olmadan da ben olmaz; diğer bir deyişle, kendimizi bilmemiz bir başkasını bilmemiz ile mümkün olur. “Ben” bilinen ve tahmin edilendir, yönetilebilir ve görece zararsızdır. Öteki ise yabancıdır, yönetilmesi zordur ve bilinmezliğinin altında potansiyel bir tehlike taşır. Ötekiye duyulan bu negatif tutumun kökenlerinde hiç kuşkusuz önyargı yatar. Vamık Volkan (2017), bu önyargının kökenlerini psikanaliz kuramına dayandırarak şu şekilde irdeler: bir çocuğun ilk üç yıllık döneminde “yabancı kaygısı” adı verilen durum ortaya çıkar. Yazarın tanımına göre yabancı kaygısı “çocuğun, etrafındaki herkesin onun bakımıyla ilgili kişiler olmadığına dair farkındalığıdır”. Bu farkındalıktan dolayı çocuk, tehlike olmasa dahi etrafında bulunan yabancılardan korku duyar ve bu durum önyargının temelini oluşturur. Bu korku ve önyargılar, psikolojide “zenofobi” olarak adlandırdığımız “yabancı korkusu/düşmanlığı”na doğru giden yolda besleyici olabilir.
Ülke/Yer Değişimi ve Sınırlar
Önyargıların yanında “psikolojik sınır” kavramından söz etmek de faydalı olacaktır. Psikolojik sınır, yine Vamık Volkan’ın yukarıda bahsedilen kitabında ele aldığı üzere, bireylerin ulusal sınırlar gibi fiziksel sınırlandırmaları “biz ve onlar” psikolojisine dönüştürerek içselleştirmesidir. “Biz” kavramını oluşturan halk, grubunu korumak için yeni gelenden korkar ve mevcut fiziksel sınırları korumaya uğraşır. “Öteki” olarak adlandırılan kişiler ise toplumsal yaşamda yolunda gitmeyen her şeyin sorumlusu olarak görülür. Volkan, bu durumu “büyük grup kimliklerinin öteki tarafından kirletilmesinden korkmak” olarak adlandırır. Buradan da anlaşılabileceği üzere yabancılara karşı süregelen nefret söyleminin sebebi yalnızca göçmenlerin kendileri değil; grup kimliğine karşı oluşabilecek tehditlerdir. Dolayısıyla, yalnızca göçmenlerin sorumlu tutulduğu nefret söylemlerini değerlendirirken bu gibi çok katmanlı unsurları da gözardı etmemek gerekir.
Göç Etmek ve Ruh Sağlığı
Akthar (2010), başka bir ülkeye göç etmenin bireyin kimliğinde ve iç dünyasında kalıcı etkiler yaratan komplike bir psikososyal süreç olduğunu savunur. Kişi, alışık olduğu yemekleri, müzikleri, geleneklerini ve hatta dilini arkasında bırakmak zorunda kalır. Yeni ülke ise hiçbir şekilde alışık olmadığı çeşitli faktörlerle beraber tam karşısındadır: alışılması ve adapte olunması gereken yüzlerce şey vardır. Sürecin getirdiği kayıpların acısı ile değişimin getirdiği kaygının birleşmesi, bir kaygı sürecini başlatır. Bu kaygı bireyin ruh sağlığını son derece olumsuz etkiler. Birçok çalışmada göçün şizofreni, depresyon, anksiyete bozuklukları ve madde kullanımı gibi çeşitli psikolojik bozukluklarda artışa neden olduğu saptanmıştır (Ebata ve ark., 1983; Storch ve Poustka, 2000). Kısacası, madalyonun diğer yüzüne bakıldığında, “ben” için “öteki”nin yabancılığıyla mücadele etmek zor iken “öteki”nin de tamamen yabancı olduğu ve ırkçılık başta olmak üzere çeşitli sorunlarla başa çıkmaya çalıştığı bir hayatın daha zor olduğu kolaylıkla söylenebilir.
Dil Kaybı ve Psikanaliz
Lacan, ruhun (psyche) bir dil (language) gibi organize edildiğini düşünmüştür (2001). Ona göre dil, ruhun yapılanmasını sağlayan bir zarf işlevi görür. Dil ve kültür, bir insanın düşünmesine ve işlevsel olmasına yardımcı olur; diğer bir deyişle insan dil aracılığıyla dünyayı anlamlandırır. Winnicot’a göre ise dil, bir çocuğun dünyayı ve düşüncelerini zihninin içinde düzenlemesine yardımcı olacak kavramsal bir alan oluşturur (1975). Dilini kaybeden göçmen bir yerde yaratma kapasitesini ve kültürünü de kaybedecektir. Farklı bir açıdan ele alacak olursak ise anadil ve anne kavramını irdeleyebiliriz. Anadil, anne ile kurulan libidinal bağlantıdır ve onu kaybedip bir başkasını öğrenmek bilinçdışında anne ile bağlantının kesilmesinden duyulan korkuyu getirir (Coster, n.d.) Kültür, dil ve anne ile ilişki yoluyla aktarılır ve içselleştirilir. Bu nedenle bu dilin terk edilip bir başkasının öğrenilmesi, bilinçdışında anneye ihanet gibi hissettirebilir.
Göçmenler ve Yeniden Beslenme (Refueling)
Son yıllarda göçmenlik konusunda artan toplumsal tartışmalarda birtakım argümanların kalıplaştığını gözlemleriz. Bunlardan biri “Eğer ülkeleri gerçekten çok kötü durumdaysa neden ziyarete gidiyorlar?” argümanıdır. Bu soruyu irdelerken bebeklikteki duygusal açıdan yeniden beslenme (refueling) kavramından faydalanabiliriz. Yeniden beslenme kavramı, yürümeye yeni başlayan bebeğin dış dünyaya açılmak için yaptığı denemelerden sonra sıklıkla annesine geri dönmesini ve ondan enerji almasını açıklamak için ortaya atılmıştır. Bu enerji, anne-bebek arasındaki simbiyotik (ortakyaşamsal) birliğin içsel pilini yeniden yükler ve çocuğun özgüvenini arttırır ve bu geri dönüş gittikçe azalır (Çeri ve ark., 2015). Akhtar (2010), göçmenlerin ara sıra memleketine dönmesini bu kavram ile açıklar. Akhtar’a göre “Anayurt”tan ayrılan göçmen, anayurduyla kurduğu içsel bağını dışarıdan desteklemek ister ve yaptığı ziyaretlerle iç dünyasındaki anayurt tasarımını canlı tutmaya çalışır. Zira doğduğu andan beri bildiği ve öğrendiği ne varsa yenileriyle değişmekte ve genellikle içinde bulunduğu yeni kültürün getirdiği kültürel asimilasyonu kabul etmekten başka şansı olmamaktadır. İşte tam olarak bu nedenledir ki, geçmişte bıraktıklarına duyulan özlemin yanında, göçmen kişi göç ettiği vatanını görerek enerjisini yenilemek ister.
Yazar: Görkem Sayar, Stajyer Psikolog
Düzenleyen: Gözde Özbek, Uzman Klinik Psikolog
Referanslar:
Akhtar, S. (2010). Editorial: Prejudice. International Journal of Applied Psychoanalytic Studies, 7(4), 339–340. https://doi.org/10.1002/aps.249
Akhtar, S. (2010). Göç ve Kimlik (Kargaşa, Sağaltım ve Dönüşüm). İzmir: Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri Yayınları.
Coster, N. de. (n.d.). The Other language: A few psychoanalytic thoughts about migration, the loss of culture and language. Psychoanalysis Today. https://www.psychoanalysis.today/en-GB/PT-Articles/De-Coster144613/A-few- psychoanalytic-thoughts-about-migration-and.aspx
Çeri, V., Nasıroğlu, S., & Semerci, B. (2015). Psikiyatrinin penceresinden göç ve sağlık. Sağlık Düşüncesi Ve Tıp Kültürü, 35, 80–85.
G, S., & F, P. (2000). Mental disorders in hospitalized children of migrant families from the Mediterranean. Praxis Der Kinderpsychologie Und Kinderpsychiatrie, 49(3), 199– 208.
Lacan, J. Yazılar. Londra. Routledge, 2001
Volkan, Vamık (2017), Göçmenler ve Mülteciler: Travma, Sürekli Yas, Önyargı ve Sınır Psikolojisi, Pusula Yayınevi.
Ebata, K., Yoshimatsu, K., Miguchi, M., & Ozaki, A. (1983). Impact of migration on onset of mental disorders in relation to duration of residence. American Journal of Social Psychiatry, 3(4), 25–32.
Winnicott, D. (1975). Play and Reality.