Baba Kimdir?
Baba kavramı psikoloji alanında fazlasıyla tartışılmıştır ve şüphesiz ki bu tartışmalar edebiyat, sinema, heykel gibi birçok sanat dalını da etkilemiştir. Bu kavramı psikanalitik bir açıdan ele alırsak babanın çocuk gelişimi üzerindeki etkisi üzerindeki ilk yazıları Sigmund Freud’da görebiliriz. Freud, gelişimin her evresinde babanın büyük bir etkisi olduğunu öne sürer ve özellikle erkek çocuklarda baba ile sevgi dolu bir bağ kurmanın kritik olduğunu söyler. Ancak kurulan bu bağ neticesinde sağlıklı gelişim gerçekleşir ve Oedipal dönem çözülme evresinden geçebilir. Oedipal dönemi tanımlamadan önce Oedipus’u tanımlamakta fayda vardır.
Oedipus Komplesi ve Baba
Oedipus, Yunan mitolojisine göre ebeveyni olduğunu bilmeden babasını öldürmüş ve annesiyle evlenmiştir. Freud’a göre, oedipal dönemde çocuk kendini baba ile özdeşleştirir ve baba figürü çeşitli rollere bürünür: koruyucu, besleyici ve ideal figür (Freud, 1955). Freud’a göre Oedipus kompleksi şu şekilde gerçekleşir: Erkek çocuk fallik evreye girdiğinde anneye karşı cinsel arzuları oluşur ve bu babayla çekişme yaratır. Baba, çocuk ve anne arasında bir engel ve rakiptir; dolayısıyla babaya karşı rekabetçi ve düşmanca bir tutum geliştirilir. Daha sonrasında “iğdiş edilme kaygısı” ve anne ile önceden özdeşleşmelerin etkisiyle çocuk ters bir Oedipal pozisyonda konumlanır: artık baba sevgi nesnesi ve anne kıskanılacak figürdür (Freud, 1958). Freud, bu dönüşümü çocuğun sevgisini korumasına yönelik bir çabası olarak görür. Buradan da anlaşılabileceği üzere çocuğun gelişiminin başlarında dahi baba ile karmaşık bir ilişki kurulmaktadır.
Edebiyatta ‘Baba’ Kavramı
Edebiyat insan ruhunu, hayatını konu alır ve buradan beslenir; bu açıdan psikanalize oldukça benzer. Psikanalizdeki kavram ve teoriler edebiyatı beslerken tıpkı Oedipus örneğinde olduğu gibi edebiyat da psikanalizi besler. Hatta Freud’a (1996) göre sanat eseri yaratılırken sanatçının alacağı manifest (açık) zevkin yanında içgüdülerini özgür bırakan latent (gizli) bir zevk de olmakla beraber psikanalizin en çekici konularından biri de sanatçıların çocukluk yaşantılarının eserlerine etkisidir.
Edebiyatta “baba” kavramının en çok irdelendiği eserlerden biri de hiç şüphesiz Franz Kafka’nın “Babaya Mektup” isimli eseridir. Kafka’nın mektupları her ne kadar genel anlamda bakıldığında eleştiri gibi dursa da Kafka sık sık araya girerek babasına onu eleştirmediğini, sadece neler düşündüğünü anlatmak istediğini söyler. Kafka bu eserine babasının onu ne kadar korkuttuğunu anlatarak başlar. Babasına, onu korkutmak için spesifik bir şiddet eylemi gerçekleştirmiş olmamasına rağmen onun tek bir sözünün onun için adeta Tanrı’nın emri olduğunu, yanında kekelemeden konuşamadığını söyler. Babasına göre sessiz, içine kapanık ve işe yaramaz bir çocuk olan Franz bu durum karşısında babasını sorumlu tutar: “Konuşmaktan çekinir oldum. Belki bir basın danışmanı olmayacaktım fakat etrafımdaki insanların sohbetlerine dahil olabilirdim. Ne yazık ki sen henüz ufacık bir çocukken bana konuşmayı yasakladın. ‘İtiraz yok!’ diyerek beni susturdun ve vücut dilinle peşimi bırakmayacak kabuslar yarattın.” (Sayfa 21). Böylece, sevgi dolu olmayan baskıcı bir babanın profilini çizerek bireyin özgüvenine ne denli zarar verebileceğine de ayna tutar. Kafka, küçük bir çocukken olduğu gibi büyüdüğünde de babasıyla hem fiziksel hem hayat görüşü olarak tamamen zıt karakterdedir ve bu Kafka’nın babası ile özdeşim kurmasının önündeki en büyük engeldir. Kafka, kendini “zayıf ve çelimsiz” görürken babasını “yapılı ve güçlü” olarak görür ve bunu şöyle dile getirir: “Bazen dünya haritasının önüne serilmiş olduğunu ve senin boylu boyunca bu haritanın üzerine serilmiş olduğunu hayal ediyorum. Ve o zaman yalnızca senin kaplamadığın ya da ulaşabileceğin mesafenin dışındaki bölgeler değerlendirilebilir gözüküyor” (sayfa 58). Bu noktada Franz Kafka babasıyla özdeşleşemediğini ve bununla beraber ondan kaçamadığını da yansıtır. Biraz yukarıda bahsedildiği gibi, babaya tekrar sevgi duyabilmenin yolu oedipal dönemi başarıyla tamamlamak ve kendini baba ile özdeşleştirebilmekten geçer. Kitabın birçok bölümünde görüldüğü üzere Kafka babasıyla kendini hiçbir açıdan özdeşleştiremez ve onu rakibi olarak görür. Ne yazık ki bu durum da Kafka’nın “huzurlu” bir hayat sürmesine yol açamaz: zira rakibi olan babası her zaman daha güçlü, daha önde, daha gür sesli ve daha takdir görendir. Kendisi ise onun yanında daima sessiz, güçsüzdür; adeta bir “Gregor Samsa”dır.
Psikanalitik açıdan ‘Baba’ Kavramı
Psikanalizde baba bir yasa taşıyıcısı ve genellikle korkulacak bir otorite figürü olarak tanımlanır. Kafka ise kitabında babasına şu şekilde yakınır: “Koltuğundan dünyayı yönetirdin. Senin fikrin doğruydu, başka her fikir deli saçmasıydı, aşırıydı, meschugge’ydi, anormaldi.” (sayfa 16). Buradan da anlaşılabileceği üzere babası Kafka için bir erk, bir yasa koyucu ve aynı zamanda o yasayı koruyucudur. Kendisi ise babasının karşısında giderek yok olan bir canlıdır, büyüdüğünde babasının işlerine yardım edememiştir, ticarette başarısız olmuştur ve ruhani olarak daha da silikleşmiştir. Ve en sonunda, Kafka’yı bu kitabı yazmaya iten olay gerçekleşir: Kafka, evlenmek istediğini dile getirir ve babası evlenmeyi seçtiği kadın ile alay ederek fikrine saygı duymaz, adeta bir çocuğun fikriymişçesine tepki verir. Kafka, hayatının tamamı boyunca kendisini hiçe sayan babasının bu kararını da ciddiye almaması karşısında çok içerler.
Evlenilmek istenen kadın ve buna karşı çıkan baba örneği daha önce Freud’un vaka analizlerinden biri olan Fare Adam (Rat Man)’de karşımıza çıkar (Freud, 1979). Freud, 29 yaşındaki genç hastasının önüne geçemediği obsesyonlardan mustarip olduğunu rapor eder ve bunlardan en büyüğünün “farelerin, adamın nişanlısının ve adamın babasının cinsel organını kemireceği” olduğunu dile getirir. Freud, Fare Adam olarak nitelendirdiği hastaya uyguladığı serbest çağrışımların sonucunda hastanın çocukken çıplak kadınları görme ve mastürbasyon yapma arzusunun olduğunu ancak babasının kendisine mastürbasyon yapmayı yasakladığını öğrenir. Öyle ki hayatının bir noktasında söz konusu hasta “Eğer bir kadını çıplak görürsem babam ölmek zorunda kalır” şeklinde bir bilişsel çarpıtma geliştirmiştir. Bunun yanı sıra, hastanın babasının çocuklukta kendisini kısıtlayıp cezalandırmasının çocuğun da kendine fazla yüklenmesine yol açtığı not edilir. Tüm bunların üzerine evlenmek istediği kadın ile babası karşı çıktığı için evlenemeyip daha zengin bir kadınla evlenir ancak bu kadınla da evliliği sorunsuz geçmez. Freud, Fare Adam’ın babasına karşı duyduğu çocukluktan kalma nefretin bastırılması ve ona koşulsuz itaatin obsesyonlarına sebep olduğu sonucuna varır. Bu açıdan bakıldığında, Fare Adam vakası ve psikopatolojisi ile Kafka’nın hayat öyküsü arasında birçok yakın bağlantı bulmanın mümkün olduğu söylenebilir. İkisinde de baba figürü öylesine müdahale edici ve korkutucudur ki bu onlarda obsesyonlara ve özsaygı eksikliklerine neden olur. Bu müdahale edicilik evlenme kararları ve evleneceği kişileri seçme konusunda dahi kendini gösterir.
Sözgelimi Freud, Oedipus kompleksi başta olmak üzere “baba işlevi” konusunda birçok devrimsel bir fikir öne sürmüştür ve edebiyatı Freudyen bir perspektif ile irdelemek mümkün olduğu kadar aynı zamanda da keyiflidir. Dolayısıyla, Kafka’nın babasına yazdığı iç hesaplaşmalar ve dışavurumlarla dolu bu mektupları da Kafka’nın bir “serbest çağrışım”ı olarak düşünebiliriz.
Yazar: Görkem Sayar, Stajyer Psikolog
Düzenleyen: Gözde Özbek, Uzman Klinik Psikolog
Referanslar:
Freud, S. (1996). Psikanaliz Üzerine (Çev: Kâmuran Şipal). İstanbul: Cem Yayınevi.
Freud, S. (1955a). Analysis of a phobia in a five-year old boy. In J. Strachey (Ed. &Trans.),The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud(Vol. 10, pp. 5-149). London: Hogarth Press.
Freud, S. (1996). Düşlerin Yorumu 1. Payel.
Freud, S. (1979). Sigmund Freud: 9 Case HIstories II: Rat Man, Schreber, Wolf Man, Female Homosexualityy. Penguin UK.
Kafka, F. (2023). Babaya Mektup. Can Yayinlari.