Elif Bekler, Uzman Klinik Psikolog
Depresyon Nedir?
Her insan zaman zaman kendisini zorlayan duygular yaşar, ancak kimi zaman bu duygular o kadar yoğun yaşanır ki bazıları depresyonda olup olmadıklarını sorgular. Halbuki, taşıması zor gelen her duygu beraberinde depresyonu getirmez. Depresyonda uzun süreli bir üzüntü mevcuttur. Bu, kısa süreli üzüntülerin aksine hızlı bir şekilde yatışmaz, kişi için hissettiklerini taşıması oldukça güç bir hal alır. Üzüntüye; çökkünlük, çaresizlik, suçluluk, utanç, umutsuzluk ve boşluk hissi eşlik edebilir. Üstelik; başka belirtiler de depresyonda kendilerini gösterebilir, öyle ki depresyondaki kişiler bazen hiçbir şey yapamaz hale gelebilir. Günlük hayattan alınan haz azalır, kişiler önceden zevk aldığı birçok şeye karşı ilgilerini kaybeder ve bazen intihar düşünceleri kişilerin zihinlerini meşgul eder. Bazı durumlarda ise; uykusuzluk ya da aşırı uyuma, iştahta değişiklikler, enerjide azalma, konsantrasyonda güçlük yaşanır.
Yas mı, Depresyon mu?
Ayrılıkların ve diğer kayıpların ardından insanlar kendilerini derin bir üzüntü içerisinde bulabilir. Ancak bu durum, depresyondan ziyade kaybın ardından yaşanan yas sürecinin bir parçasıdır. İnsanlar, kayıplarını hatırladığı zamanlarda derin acılar yaşayabilirler. Yine de bu dönemler arasında depresyondakinin aksine işlevsel bir yaşantı sürdürebilir, yani kişi günlük yaşamında yapması gerekenleri yapabilir. Zaman içerisinde ise kişinin iç dünyası dengeye kavuşur ve yas süreci sona erer. Depresyonda ise yaşanan acı sonu gelmez bir şekilde devam edebilir.
Psikodinamik Yaklaşımda Depresif Eğilimler
Freud, “Yas ve Melankoli” makalesinde yas süreci ile depresif eğilimleri karşılaştırarak yastaki kaybın gerçek bir kayıp, diğerindeki kaybın ise kişinin iç dünyasıyla ilişkili olabileceğini anlatmıştı. Depresif eğilimlerde, kişi onun için önemli olan sevilen bir ötekinin kaybıyla karşı karşıya kalır. Bu kaybın gerçek olması gerekmeden kişinin iç dünyasında yaşanması mümkün olabilir. Sevilen bir diğer ötekinin gerçeklikte ya da kişinin ruhsallığında yaşanan kaybı karşısında oldukça şiddetli ikircikli duygular meydana gelir. Artık kaybedilen, hem sevilen hem öfke duyulan bir ötekidir. Bu kayıpla baş etmeye çalışan kişi, kaybettiği kişiyle bağını korumak adına onun kaybından duyduğu öfkeyi ve saldırganlığı kendine yöneltir. Böylelikle, kişi kendini şiddetli bir şekilde eleştirmeye ve suçlamaya başlar. Bu da zaman içerisinde depresyona sebep verebilir. Ancak depresif eğilimleri olan kişi bazen kayıp duygusunun farkında bile değildir ya da kaybettiğini bilse bile neyi nasıl kaybettiğini tam olarak tanımlayamamaktadır. Freud, bu kaybın kökeninin çocukluğun erken dönemlerinde araştırılabileceğini ifade etmiştir.
Erken dönem anne çocuk ilişkisinde bebek için anne; varlığıyla, dokunmasıyla, sesiyle, mimikleriyle onu sakinleştirebilecek, onun duygularını anlayabilecek önemli bir figürdür. Ancak bebek için anne, her zaman onun duygularını anlayabilen ve kapsayabilen biri olmayabilir. Bunun yoğun yaşandığı durumlarda bebeğin kendine duyduğu saygı azalır ve annesine karşı hem saldırganlık isteği barındırır hem de bu istek sebebiyle suçluluk duyar. Ancak; anne, bebek için çok kıymetlidir ve varlığını sürdürmek için bebek anneye bağımlıdır. Bu durumda, bebek anneyi korumak adına ona duyduğu saldırganlığı kendine yöneltir. Bu durum, ileriki dönemlerde depresif kişilerin hissettikleri derin suçluluk ve sevilen ötekilerin idealleştirilmeleri yönünde bir görünüm kazanabilir. Bu idealleştirmeyle birlikte, ötekilerden onların yapabileceklerinden fazlası beklenir ve bu da nihayetinde hayal kırıklığına yol açarak depresyona sebep olabilir. Ayrıca, diğerlerinin idealleştirilmeyle kişinin kendine dair duyduğu değersizlik hissi de de pekiştirilir.
Bağlanma teorisine göre, anne çocuk ilişkisinde anne fiziksel olarak var olsa bile bebek için duygusal olarak uzakta olabilir. Annenin duygusal yokluğu da fiziksel yokluğu gibi bebekte öfke ve kaygı yaratır. Bebek; kendini sevilmeyen biri olarak, diğerlerini ise güvenilmez ve terk eden ötekiler olarak görmeye başlar. Bebeklikteki bu güvensiz bağ, kişileri ileriki dönemlerdeki kayıplar ve zorluklar ile depresyona eğilimli bir hale getirir.
Depresyona bir diğer bakış açısında ise kişinin kendini gördüğü hali ve görmek istediği hali arasındaki önemli fark söz konusudur. Çocuğun diğerlerine bağımlı olduğu ihtiyaçlarının karşılanmamasıyla yaşadığı hayal kırıklığı bu bakış açısında da esastır. İlerleyen dönemlerde; sevilmek, değerli olmak, güçlü ya da üstün olmak, sevilen ve iyi biri olmak kişinin hayallerinde yer kaplar. Lakin, bu standartlara ulaşılamadığını görmek kişinin çaresiz ve güçsüz hissetmesine yol açarak depresyona yol açabilir. Bu bağlamda, depresyondaki kişinin yaşadığı yoğun duygulardan biri de utanç olur.
Günümüzde depresif durumların iki farklı görünüm aldığı fikri kabul görmüştür. Bu durumların ilki; suçluluk, yetersizlik ve değersizlik hisler ile şekillenmektedir. Depresif durumları böyle bir yerden deneyimleyen kişiler, diğerlerinin onayını almak adına daha hırslı ve mükemmeliyetçi olabilirler. İkinci tür ise yalnız hissetme ve bağ kurma ihtiyaçları ile tanımlanır. Depresif durumların bu türünde, kişiler diğerleri tarafından korunmaya ve sevilmeye yoğun bir istek duyarken, terk edilmeye dair yoğun bir korku barındırırlar.
Kendini Depresif Hisseden Herkes Depresyonda Mıdır?
Zaman içerisinde teorisyenler depresif tutumlara farklı perspektiflerden baksalar da kökeninin erken çocukluk döneminde olduğunu esas aldılar. Erken çocukluk döneminde gerçekte ya da çocuğun iç dünyasındaki olumsuz deneyimler bazıları için çok daha şiddetli yaşanır ve böylelikle depresyona çok daha eğilimli olurlar. Daha karamsar bir bakış açısıyla ilişkilerde kendilerini daha güvensiz hissederler. Ancak depresif eğilim ve depresyon iki ayrı deneyimdir. Depresyondaki kişilerde yazının başında bahsi geçen duygulanımsal ve bilişsel süreçler oldukça göze çarpan bir haldeyken; depresif kişilerin iç dünyasında bu süreçler hemen fark edilmeyen, kişilerin düşüncelerini, duygularını ve hareketlerini örgütleyen bir şekilde var olur. Depresif kişiler, genel olarak depresif bir tutum sergileseler de bu durum her zaman akut bir depresyona işaret etmez.
Depresyon ve Depresif Eğilimler için Terapinin Önemi
Depresyondaki kişiler için terapi, zorlayan duyguları kapsayan ve kişilerin onları taşımalarını destekleyen bir öneme sahiptir. Ancak bazı kişiler depresyonda olmasa bile genel olarak daha depresif bir tutuma sahip olmaya eğilimli olurlar. Bu durumda da uzun soluklu terapiler ile bu eğilimin kökeni araştırılır. Psikodinamik terapiler aracılığıyla depresyona veya depresif durumlara yol açan kişilerin geçmişlerindeki deneyimler anlaşılmaya çalışılır. Terapi, geçmiş deneyimlerin kişinin iç dünyasında nasıl yaşandığını araştırmak için güvenli bir alan sağlar.
Referanslar:
[1] McWilliams, N. (2011). Psychoanalytic diagnosis: Understanding personality structure in the clinical process. Guilford Press.
[2] Freud, S. (1957). Mourning and melancholia. In The Standard Edition of the Complete PsychologicalWorks of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works (pp. 237-258).
[3] Jacobson, E. (1975). The psychoanalytic treatment of depressive patients. Depression and human existence. Boston: Little, Brown, 431-443.
[4] Bowlby, J. (1980). Attachment and loss: Vol. 3: Loss. Hogarth Press and the Institute of Psycho-Analysis.
[5] Bibring, E. (1953). The mechanism of depression. In P. Greenacre (Ed.,)Affective disorders (pp. 13–48). New York: International Universities Press.
[6] Blatt, S. J. (2008). Polarities of experience: Relatedness and self-definition in personality development, psychopathology, and the therapeutic process. American Psychological Association.
[7] Busch, F. N., Rudden, M., & Shapiro, T. (2016). Psychodynamic treatment of depression. American Psychiatric Pub.