Jacques Lacan (1901 – 1981), kimilerince “Freud’dan beri en tartışmalı psikanalist” olarak adlandırılan psikanalist ve psikiyatrdır. Her ne kadar temel çalışma alanı psikanaliz olsa da fikirleriyle çağdaş felsefe, dilbilim, sinema gibi alanlarda etkili olmuş, geliştirdiği kuramlar Foucalt, Guattari, Zizek gibi isimlerin düşünce temellerini oluşturmuştur. Şüphesiz ki Lacan okunması kolay bir psikanalist değildir; sözleri birçok insan tarafından karmaşık ve anlaşılması zor olarak görülür. Bunun sebeplerinden biri Lacan’ın ağzından yazılan kitapların genellikle yazı değil konuşma olmasıdır; yani Lacan’ın öğrencilerine verdiği derslerden yazıya geçirilmiştir ve günlük konuşmasının karmaşasını anlamlandırabilmek kolay bir iş değildir. Bu yazı, Lacan’ın psikanaliz alanına getirdiği birtakım kavramlar ve kuramları açıklamaya çalışacaktır.
Öncelikle Lacan, her ne kadar birçok konuda Freud ile özdeşleşse de ondan ayrıldığı bazı keskin noktalar vardır. Lacan, id-ego-süperego kuramını mutlak olarak kabul etmemiştir; onun yerine, Freud’ın erken dönemlerinde odaklandığı gibi bilinçdışının yapısı, oluşumu, yeri ve işleyişiyle uğraşmıştır. Bir yerde, Lacan’a göre psikanaliz, bilinçdışının bilimidir.
Bilinçdışı ve Dil
Lacan, bilinçdışının dil gibi yapılandığını savunur. Diğer bir deyişle, bilinçdışının tıpkı dil gibi kendine özgü bir yapı veya sistem olduğunu söyler. Lacan’a göre dil kavramı yalnızca kullandığımız sözcükleri kapsamaz; sözcüklerle ifade edilemeyen fakat anlamlı görsellerin (tuvalet işareti, trafik levhaları) yanı sıra algıladığımızda anlamlı gelen imgeleri de kapsar. Dolayısıyla algıladığımızda bizim için anlam ifade eden her şey dilin kapsamı içindedir. Dil, toplumsallığı ve kültürü taşır; doğal olarak yasa ve yasakları da bünyesinde barındırır. Dolayısıyla insan dili öğrendikçe kültürel düzen tarafından biçimlendirilir ve insan olmaya doğru bir adım atar. Böylece, yalnız biyolojik bir varlık olmaktan düşünebilen bir canlı olmaya doğru geçiş yapar; diğer bir deyişle özne olur.
Ayna Evresi
Lacan, yeni doğan çocuğun dile girdiği ve böylece bir özne olduğu sürecin, “ayna evresi” olarak adlandırdığı dönemde oluştuğunu söyler (Lacan, 1966). Yapılan araştırmalara göre yeni doğan çocuk ilk 6 ila 18 ayda aynada kendini gördüğü zaman baktığı şeyin kendi görüntüsü olduğunu anlayabilir durumdadır (Webster, 2002). Çocuk, kendisi ile aynada gördüğü yansımayı özdeşleştirir ve bu sayede dilin alanına girer. Lacan’a göre çocuk, kendisi ile yansıması arasında bir “özdeşleşme çabası” görür; gerçekte özdeş olmayan bu iki “benliği” özdeşleştirme çabası öznelik deneyiminin birincil aşamasıdır. Ayna evresiyle birlikte “ben ve öteki” ayrımı kuruldukça çocuk bireyleşmekte ve toplum içinde yaşamayı öğrenmektedir. Ayna evresi, Freud’un tanımıyla “narsisizm dönemi”ne denk düşmektedir.
Oedipus Yasası
Lacanyen psikanaliz, Freud’ın en önemli teorilerinden biri olan Oedipus karmaşasını Oedipus Yasası olarak yorumlar. Lacan’a göre oidipus insan olmaya giden zorunlu bir süreçtir ve esasında simgesel bir karmaşadır. Burada gerçek bir babadan söz edilip edilmemesi önemli değildir; önemli olan simgesel babanın işlevidir. Bu, “Babanın Adı (Nom-du-père)” olarak adlandırılır (Miller, 1998). İnsan yavrusu, annenin yalnızca kendine ait olmadığının farkına vararak kendi gerçekliği ile gerçeğin kendisi arasında bir bölünme yaşar. Bu bölünme kendini zorunluluk olarak kabul ettirir, işte bunu yasa yapan da budur.
Yazar: Görkem Sayar, Stajyer Psikolog
Düzenleyen: Gözde Özbek, Uzman Klinik Psikolog
Referanslar:
Lacan. (1966). Ecrits.
Mill., J.A. (1988). The Seminar of Jacques Lacan: Book I.
Webster, Richard. (2002). The cult of Lacan: Freud, Lacan and the mirror stage.