Paranoya nedir?
Paranoya, kişinin başkası tarafından kötülük göreceğine dair bir düşünce geliştirmesidir. Paranoya, yoğun bir şekilde duvarlı, bastırılmış acıdan oluşan bir iç evrende gelişmekte olup benliğin hayati kısımlarının inkar edilmesi ve bastırılmasına dayanmaktadır.
Bu düşünceye sahip kişiler, kendilerinin küçük düşürüleceği, aldatılacağı, zarar verileceğine dair bir inanç geliştirebilmekte ve korku duyabilmektedir. Paranoid kendilik yapısında birey çift kutupluluk yaşamaktadır. Bir tarafta, iktidarsız, küçük düşürülmüş, aşağılanmış imge varken diğer tarafta tümgüçlü, muzaffer, mağrur imge vardır. Merkezinde ise aşağılanma korkusu yer almaktadır. Yansıtma, yansıtmalı özdeşleşme, yadsıma savunma mekanizmaları olarak yer almaktadır. Kişi, aşırı boyutlarda inkar ve karşı tepki kurma eğilimi göstermektedir. Paranoidler, narsistlerin tersine, inkar ve yansıtma ile utancı engellemektedir.
Paranoidler öfke, kin, alınganlık, nefret, utanç ve yoğun bir korku duygusu yaşayabilmektedir. Paranoid kişiliğin korkularının temelinde yok olma kaygısı vardır. Bireyler, bu duygudan kurtulmaktan çok bu duygunun ortaya çıkmasına neden olabilecek tehlikelerle mücadele etmektedir. Freud, paranoyanın temelinde, düzenli olarak güçlü eşcinsel arzuların savuşturulma çabasının yattığını söylemiştir.
Psikanalitik teori geliştikçe paranoid belirtilerin altında sadece gizil eşcinsel dürtülerin değil, saldırganlık dürtülerinin ve kin, nefret, utanç, suçluluk duygusu yaratan her türlü eğilimin bulunduğu gösterilmiştir. Paranoid kişi derin güvensizlik, kuşkuculuk ve aşırı dikkat içinde ağır bunaltı yaşamaktadır. Bu durum ilerlediğinde nesnesi belirsiz, karmaşık korkular somutlaşmaktadır.
Tarihçesi
Paranoya işlevsel bir bozukluktur ve bu nedenle psikiyatri alanında çalışanların çoğu bu bozukluğun belirtilerini psikolojik teoriler yardımıyla açıklamaya çalışmışlardır. Psikiyatri bilimi paranoyayı büyük bozuklukların daha küçük bir parçası olarak değerlendirirken psikanaliz paranoyanın başlı başına bir durum olduğunu savunmaktadır. Kronikliği ve sanrıların kalıcılığı, bazı çalışanların zihninde işlevsel olduğu konusunda şüpheler yaratmış ve beynin dejenerasyonunun bu bozuklukta semptom oluşumundan sorumlu olabileceğine inanmışlardır.
Uzun zamanlar insanlar paranoya kelimesini deliliğin eş anlamlısı olarak kullanmıştır. Kahlbaum, 1863’te paranoyadan kendi başına bir durum olarak bahseden ilk kişidir. 1879’da Kraft-Ebing bu kavramı biraz daha ileriye taşıyarak paranoyayı yargılama ve muhakeme yeteneklerini etkileyen bir zihinsel yabancılaşma olarak tanımlamıştır.
19.yüzyıl başlarında Heinroth ve Esquirol, kavrama yetisini etkileyen, mantıklı akıl yürütmelerden yola çıkarak akıldışı düşüncelerin ve eylemlerin geliştiği bir bozukluk olarak betimlemiştir. 19. yüzyıl sonlarında Magnan, sanrılı düşüncelerin iyi sınırlanmış, son derece yapılandırılmış olduğu süregen, sistematik bir sanrılı bozukluk olarak tanımlamıştır. Kraepelin’in 1889’daki teorisinde paranoyayı şizofreni ve duygu durum bozukluklarından ayrı, üçüncü bir psikoz biçimi olarak tanımlamıştır. Bu psikoz süreğen, tuhaf-olmayan, sistematik sanrılardan oluşmaktadır. Kraepelin ayrıca paranoyayı dejenerasyonun bir ifadesi olarak görmüş ve beyin patolojisinin önemi hakkında durmuştur.
Bleuler paranoid bozukluk ile şizofreniler arasındaki ayrımı korumuştur. Bleuler, Psikiyatri Ders Kitabı’nda paranoyanın arkasında bir beyin dejenerasyonu sürecinin de olması gerektiğini yazmış ve bu görüşten yana çeşitli nedenler vermiştir. Melanie Klein, libido gelişiminin sözlü aşamasında çocuğun anneye karşı saldırganlık göstereceğini düşünmektedir.
Fakat bu saldırganlık çocuğa karşı dayanılmaz olacağından, onu anneye yansıtacak ve bunun sonucunda bir zulüm olarak görünmeyecektir. Öte yandan anne açlığını zamanında giderdiğinde ona karşı sevgi geliştirecek ve bu sevginin izdüşümü sonucunda ona iyi huylu görünecektir. Daha sonra birleştikten sonra kendisini iyi huylu nesneyle özdeşleştirecek ve böylece egosunu dengeleyecektir. Eğer çocuk tehlikeli görünen anneyi dahil etmek zorunda kalırsa, o zaman zulüm sanrılarını ortaya çıkaracaktır. Ona göre, paranoyadaki zulüm sanrısının kaynağı budur.
Klein, her bireyin daha sonra nevrotik veya başka bir mekanizma tarafından üzerinde çalışılan bu erken psikotik aşamadan geçtiğine inanmaktadır. Klein’a göre paranoya, bireyin kötülüğe ve zarara uğrayacağı korkularına dayanan bir düşünce içeriği olmakla beraber bu düşünce biçiminin temelinde yansıtma mekanizmalarının izleri görülmektedir.
Freud’un Paranoyaya Yaklaşımı
Freud’un paranoyaya yaklaşımı, bozukluğa derinlik psikolojisinin bakış açısından baktığı için önceki görüşlerden farklıdır. Sigmund Freud Savunmanın Nöropsikozu (1894)’nda bunu saplantıdan kaynaklanan bir nevroz şekli olarak görmüştür. Paranoyanın gelişim evresinde homoseksüel fiksasyondan geliştiğine ve tipik paranoyak sanrıların bu homoseksüel arzuların izdüşümün sonucu olarak çarpık bir biçimde tezahürü olduğuna inanmıştır.
Freud, paranoid düşünceleri bilinçdışı eşcinsel isteklerle ilişkili ortaya çıkan kaygıyı azaltma çabalarının sonucu olarak tanımlamıştır. Ona göre, gizil eşcinsellikte eşcinsel dürtüler bilinçdışıdır, bu durum dışarıya tam tersi bir yaklaşımla, aşırı erkeksi görünüm ve davranışlarla yansımaktadır.
Birey hemcinsine karşı var olan arzusunu kabul edilemeyecek kadar iğrenç bulduğu için inkar etmektedir ve eşcinselliğe karşı düşmanca tavırlar sergilemekte, eşcinsellerden çok rahatsız olmakta ve aşırı tepki vermektedir. Böylece, hemcinsine olan sevgi duygusu nefrete dönüşmektedir. Bireyde oluşan nefret duygusu saldırganlığa dönüşmekte, bu da dışarıya nefret eden taraf kendisi değil de karşı taraf gibi yansıtılmaktadır.
Freud, özellikle Schreber Davası sayesinde, bunu bir psikoz biçimi olarak görmeye başlamıştır. Ona göre, Schreber’in sanrıları babasına yönelik çift-değerli, gizli eşcinsel ilgisinin dışa yansıtılmasının sonucu oluşmaktadır. Eşcinsel arzulara karşı savunma, onları yadsıma ve izlenme sanrıları biçiminde çevreye yansıtmadan oluşmaktadır.
Freud’un çağdaşlarından Ferenzi, “Paranoyanın oluşumunda eşcinselliğin rolü” adlı makalesinde de aynı görüşü savunarak, bu sanrılar, baskı mekanizmasının kısmi başarısızlığının bir sonucu olarak belirtiler olarak bilincin içine girebildiğini söylemiştir. Paranoyanın çarpık eşcinsellikten kaynaklandığını söylemiştir. Tausk ise, Freud’un eşcinsellikten kaynaklanan paranoyanın kökenine ilişkin teorisini kabul etmiş ancak psikonörozun başarısız baskıdan, psikozun ise başarısız inkardan kaynaklandığına inanmıştır. Jung da bir paranoya halinin sanrısal sistemlerinin nesnel ve yapıcı duruş noktaları olmak üzere iki açıdan incelenmesi gerektiğini düşünmektedir.
Paranoyada Yansıtma Mekanizması
Paranoya, esas olarak sanrılarla karakterize bir psikoz şeklidir. Paranoid kişilikte kuşkuculuk, aşırı kıskançlık, alınganlık, kibirlilik, kincilik, geçimsizlik, kendini diğerlerinden üstün görme gibi özellikler bulunmaktadır. Bu özellikler bireyin benliğince özümsendiği için egosintonik durumdadır. Paranoya, sahte veya gerçek dışı benliğin suçlayıcı tarafıdır. Duygu gerçektir, ancak karakterler yer değiştirmektedir.
Paranoid düşüncenin psikodinamiğinde yadsıma ve yansıtma savunma düzenekleri yatmaktadır. Kişi kendisinde kabullenmediği, kendisi için yasak bulduğu eğilimleri önce inkâr eder, sonra dışarıdaki nesneye yansıtarak o nesnede varmış ya da o nesneden geliyormuş gibi algılamaktadır.
Daha ilkel bir savunma mekanizması olarak tanımlanan yansıtmada, birey kendinde var olan duygu ve düşünceleri karşıdaki kişilere aktararak bu özelliklerin onlarda olduğunu düşünmektedir. Bu şekilde, bireyin altta yatan arzularını bastırdığı belirtilmektedir. Kötülük görme sanrısı şu şekilde işlemektedir: “Ben (erkek) onu (o erkeği) seviyorum.” (Bastırılmış arzu) “Hayır, bu olamaz, aslında ben ondan nefret ediyorum”: (Yadsıma) “O benden nefret ediyor”: (Yansıtma).
Kişi kendince nedensiz korkularını açıklamakta, etrafında olan biten her şeyi anladığını düşünmektedir. Bu durum psikiyatride “paranoid aydınlanma” olarak isimlendirilmektedir. Paranoyanın evrelerinde; kuşkuculuk, algıda seçicilik, düşmanlık, paranoid aydınlanma, paradoksal etkilenme ve kötülük görme sanrısı bulunmaktadır. Kendini büyük ve önemli görme, kibir duyguları da küçüklük, yetersizlik, değersizlik duygularının yadsımasından kaynaklanmaktadır.
Paranoid düşünce içeriğine sahip bireyler, kendilerinde olumsuz olarak gördükleri özellikleri yansıtma yaparak diğerine yönlendirmektedir. Örneğin, uğradıkları başarısızlıklar ve aldığı tepkilerin, başkalarının kıskançlıkları ve kendisini çekemeyişlerine bağlı olduğuna inanma eğilimi gösterebilmektedirler. Paranoid birey haset ve suçluluk duygularıyla yansıtma savunma mekanizmasını kullanarak başa çıkmaktadır.
Yazar: Canan Önerli, Stajyer Psikolog
Düzenleyen: Gözde Özbek, Uzman Klinik Psikolog
Referanslar:
Atmaca, S. (2016). Paranoya: Bir Vaka Değerlendirmesi ve Klinik Uygulamalardaki Farklılıklar. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 3 (3) , 1–9. DOI: 10.31682/ayna.470689
Blum, H. P. (1980). Paranoia And Beating Fantasy: An Inquiry Into The Psychoanalytic Theory Of Paranoia. Journal of the American Psychoanalytic Association, 28(2), 331–361. https://doi.org/10.1177/000306518002800204
Chatterji, N. N. (1967). Psychodynamics of Paranoia. Psychotherapy and Psychosomatics, 15(2/4), 105–113. http://www.jstor.org/stable/45112074
Farrell, John, & Farrell, John C. (1996). Freud’s paranoid quest : psychoanalysis and modern suspicion. New York University Press.
Freud S. Ruhçözümlemeci Hastalık Kuramına Ters Düşen Bir Paranoya Olgusu. Psikopatoloji içinde (Çev: Hakan Atalay), Payel Yayınları, 1999,135–148.
Freud S. Kıskançlıkta, Paranoyada ve Eşcinsellikte Bazı Nevrotik Düzenekler. Psikopatoloji içinde (Çev: Hakan Atalay), Payel Yayınları, 1999,179–192.