Ece Yayla, Uzman Klinik Psikolog
Erich Fromm, Sevme Sanatı kitabında “…sevmek bir eylemdir, edilgen bir duygu değil. Bir şeyin «içinde olmaktır» bir şeye «kapılmak» değil” der.
Sevmenin sadece almayı değil vermeyi de içerdiğini, sadece birinden beklenen bir şey değil, aktif çaba gerektiren bir şey olduğunu, aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu anlatır. Kişi sevebilmek için ötekinin ihtiyaçlarını görmeli, onlara yanıt vermelidir. Bu da ötekinin her ihtiyacını karşılamak demek değildir elbette. Sevmek, ötekinin ihtiyaçlarını görebilmek, bu ihtiyaçlara kendi “sınırlarımız dahilinde” yanıt vermek, ötekini de farklılığıyla ve “ayrı”lığıyla kabul edebilmektir. Birlikteyken aynı zamanda ayrı olabilmektir. Ancak böyle bir sevgide öteki; kişiye ve ihtiyaçlarına hizmet eden bir nesne olmaktan çıkabilir. Karşılıklı sevgi; karşılıklı ilgi, emek, hoşgörü ve saygıyla şekillenir.
Kişide Sevme Kapasitesi Nasıl Gelişir?
Kişinin sevgi kapasitesinin gelişimi, bebeğin anneye tümüyle bağımlı olduğu bebeklik döneminde başlar. Bu bağımlı dönemde, anne bebeğin ihtiyaçlarını yeterince karşılayabilir, koşulsuz sevgi verebilirse, bebek sevilebilir olduğunu hisseder ve ötekinden ayrı, değerli bir ben geliştirebilir.
Çocuğun bu dönemlerde ihtiyaçları karşılanmadığında, anneden koşulsuz sevgi alamadığında hep almak istediği, gözetilmeyi, korunmayı arzuladığı o ilk döneme takılıp kalır. Yetişkinlikte de ihtiyaçları karşılanmamış çocuk hep oradadır, ötekilerden koşulsuz sevgiyi bekliyordur. Alamadığı sevgiyi başkalarından almak, iç dünyasında inşa edemediği güveni başkalarının inşa etmesini bekler.
Çocukluk Döneminde Ötekileri Nasıl Keşfederiz?
Çocuk büyümeye, anneden ayrışmaya başladığı dönemde ise kendi benliğini, kendi eksikliklerini, sınırlılıklarını keşfetmeye başlar. Bununla birlikte ötekilerin de gereksinimleri, ihtiyaçları olduğunu fark eder. Ötekiler sadece ihtiyaçlarını karşılayan nesneler değildir. Bu farkındalık çocukta bir kaygı ve huzursuzluk da yaratır; artık tüm ihtiyaçlarının anne tarafından karşılandığı birlik halinin bitmesi, bazı isteklerinin karşılanmamasıyla çaresizlik, öfke hisseder. Bu dönemlerde duygusal ve fiziksel ihtiyaçları yeterince karşılanmış, bu duygularla baş etmesi için gerekli yanıtları alabilen çocuğun tek başına kalma kapasitesi de gelişir. Huzursuzluk, kaygı, öfke yaşadığında kendi kendini sakinleştirebilme, duygularını düzenleyebilme becerisini edinir. Artık çocuk sevmeye başlayabilir. Kendisinin de ötekilere bir şeyler verebileceğini, bundan da keyif alabildiğini keşfeder. Ebeveynleri üzerinde bir etkisi olduğunun farkındadır.
Çocuğun dışarıya yöneldiği bu dönemde çocuğa katı sınırlar koyan ebeveyn figürleri, çocuğun bağımsızlaşmasına, zorluklarla başa çıkabileceğine dair inancını geliştirmesine alan sağlayamaz. Aynı zamanda ebeveynlerin hiç sınır koymaması, “çok” doyum sağlaması da çocuğun sevgi kapasitesi geliştirememesine sebep olabilir. Çocuğun hep “çocuk” olarak kalması, hep ebeveynlerinden alması, olgun bir sevgi kapasitesinin gelişmesini engeller. Ebeveynleri tarafından ihtiyaçları fazla karşılanmış, istemeden, talep etmeden verilmiş çocuğun ilişkilerde bir ötekini, onun ihtiyaçlarını, bireyselliğini görmesi mümkün olmaz. Ötekilerden sınırsızca almak ister, bildiği tek ilişki biçimi budur çünkü.
Bağlılık ve Bağımlılık Nasıl Ayrıştırılabilir?
Eğer kişi eksiklikleriyle, sınırlarıyla var olabiliyorsa, kendisini sevebiliyor, kendi ihtiyaçlarını yeterince karşılayabiliyorsa, ötekinin; kişinin ihtiyaçlarını karşılaması bir zorunluluk değil haz kaynağıdır. Bu yüzden bağlılık, gerçek bir sevgi kapasitesi gerektirir.
Bağımlılık ise kişinin ihtiyaçlarını karşılaması için bir ötekine gereksinim duyduğu, ötekinin, kişinin ihtiyaçlarını karşıladığı sürece var olduğu, değerli olduğu veya kişinin sadece ötekinin ihtiyaçlarını karşıladığında, onu memnun ettiğinde kendisini değerli hissettiği bir döngüdür. Böyle bir sevgi farklı olmaya, çatışmaya izin vermez. Bağımlılık, ayrılık ihtimalini de ortadan kaldırır. Kişi “biri olmadan yaşayamayacağını” düşünüyorsa ya da terk edilmekten yoğun bir kaygı duyuyorsa ya ötekini memnun etmeye ya da ötekini kontrol etmeye çalışır. Farklı olmak kabul edilemez çünkü farklı olmak her zaman bir ayrılık ihtimali taşır. Bu yüzden ayrılık ihtimali olmadan gerçek bir bağlılıktan söz edilemez. Ayrılık ihtimali kişinin zihninde kabul edilemez bir yerdeyse birlikte olma ve bu birliktelikten keyif almanın deneyimlenmesi oldukça zor bir hal alır.
Sevmek ve İhtiyaç Duymak Nasıl Ayrışır?
Sevmek ile ihtiyaç duymak da farklı şeylerdir. Eğer kişi içsel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa, kendi içinde özgür değilse bir başkasına bağımlı hisseder. Kendisini onaylaması için, sakinleştirmesi için, sevmesi, yalnızlığını gidermesi için ötekinden sınırsız beklentileri olur. Öteki bunu karşılayamadığında artık değersizdir, eksiktir. Ya da tam tersi, sevilmek için, ötekinin reddinden kaçınmak için ötekini sınırsızca memnun etmek, her ihtiyacını karşılamak ister bağımlı hisseden kişi. Bunu başaramadığında bu sefer kendisi eksik, değersiz kalır. Esasında her iki senaryoda da kişi kendi ihtiyaçlarını karşılaması için ötekine gereksinim duyuyordur. Bu yüzden sevmek ancak özgür ve bağımsız olunduğunda mümkündür.
Sevilmek istemek, birine ihtiyaç duymak kötü bir şey midir? Tabi ki değil; her insan sevilmek, değer görmek ister, her insanın başkalarından destek almaya ihtiyaç duyduğu zamanlar olur. Ama kişi iç dünyasında değerli, sevilebilir hissetmiyorsa, sevgi arayışı sadece ihtiyaçlarını karşılayan bir nesne arayışına dönüşebilir. Ötekinin kim olduğu değil, kişiye verdikleri, sağladıkları değerli olmaya başlar. Bu, karşı tarafa da değersiz hissettiren bir şey olduğundan ilişkileri sürdürmek oldukça zor bir hal alır.
Bu yüzden ancak kendi ihtiyaçlarımızı, arzularımızı, eksiklerimizi, sınırlarımızı tanıdığımızda ve bunlarla var olabildiğimizde ötekine bağımlılık değil bağlılık hissedebilir, gerçek anlamda sevebilir, sevilebiliriz.
Referans:
Fromm, E. (1985). Sevme Sanatı, çev. Gündüz, İstanbul: Say Yayınları.