Depresif eğilim söz konusu olunca her zaman klinik bir tablonun oluşması gerekmez. Bazı durumlarda semptom, bir jouissance krizine dönüşmez ve eğilimselliğini korur.
Freud, “Yas ve Melankoli” metninde kayba yönelik olarak psişenin verdiği iki tepkime arasında ayrım yapar. Yas durumunda duygusal yatırım yapılan nesnenin yitirilmesi halinde kayıp kabullenilir ve libidinal yükler başka bir nesneye aktarılmak üzere, bir süre sonra nesneden geri çekilir. Bu durumda özne sevebilme, dış dünyaya ilgi duyabilme ve işlevselliğindeki olağan düzene yeniden dönebilme yetilerine kavuşur.
Melankoli Nedir?
Melankoli de yastan farklı olarak özne, hangi nesneyi yitirdiğini bilmesine karşılık onda neyi yitirdiğinin bilincinde değildir. İlişkilerin doğasına içkin ambivalans, melankoliyi açığa çıkaran etken olarak rol oynar. Duygusal yatırımın yoğunluğuna ve güçlülüğüne karşılık nesne bu yatırımı sarsacak bir eylemde bulunur ve nesne ilişkisi bozulur. Bu durumda nesne yükü geri çekilir ancak nesneyle özdeşleşildiğinden dolayı nesneye yönelik bastırılan nefret, öznenin kendisine yönelir. Melankolinin doğasını oluşturan ancak yasta bulunmayan suçluluk ve aşağılık duyguları içe atılan nesneye yönelik olmasına karşın, öznenin kendisinde açığa çıkar.
Suçluluk hissi
Nevrozlarla kökensel bağı bulunan suçluluk duyguları, gündelik yaşama özgü “gerçek” suçların bir sonucu olarak doğabileceği gibi, kaynağını fantezi düzleminde işlenmiş hayali suçlardan da alabilir. Gerçek bir suç, Baba Yasasının başka bir biçimde vücut bulmuş hali olan Devletin Yasalarının çiğnenmesiyle gerçekleşir. Suçun engellenmesi amacıyla kastrasyon tehdidini anımsatan cezalar öngörülür. Ceza ne kadar artırılırsa artırılsın, suç tekrarlanmaya yazgılıdır. Suç ve ceza antagonizmasında kaçırılan nokta, suçluluk duygusunun jouissance’ın fışkırması için iyi bir boşluk yaratmasından ileri gelir. Bir semptom olarak suçluluk duygusu, nevrotik için telafi mekanizması olarak kullanılır. Semptom artık doyum sağlamaz hale geldiğinde ya da klinik depresyonda görüldüğü şekliyle bir krize dönüştüğünde terapistten çözüm sunması beklenir: semptomun, eski işlerliğine dönmesine yönelik bir çözüm.
Depresif Eğilimlerin Oluşumu
Duygusal yatırımın en yoğun olduğu oral dönemde yaşanan kayıplarsa depresif eğilimlerin oluşmasında önemli bir öncüldür. Bu süreçte aniden veya çok erken memeden kesilme bebek tarafından kayıp olarak yaşantılanır. Oral dönemin sağlıklı bir şekilde atlatılamaması bu dönemde bir saplanmaya ve depresif karakter örgütlenmesine yol açabilir.
Lacan, anneyle bebek arasında yaşanan ilksel ilişkide kesik atan babasal işlevi, kaybı oluşturan ve arzunun Öteki’nde aranmasına yol açan temel dinamik olarak açıklar. Anne ve bebeğin karşılıklı sınırsız doyumunu ketleyen Baba-nın Adı, Spinoza’nın Ethica’da dile getirdiği insanın özü olan arzunun oluşmasına yol açar. Baba-nın Hayır’ı, kastrasyon mekanizmasıyla annenin arzusunun kendisinden başka bir yerde konumlanmış olduğunu, tek arzu nesnesinin kendisi olmadığını gösterir. Bu engelleme ile birlikte oluşan yarılma, öznenin, yaşamı boyunca kaybettiği şeyin ne olduğunu aramasına yol açacak ve kayıp nesnenin -objet petit a’nın- peşinden koşmasını sağlayacak.
Lacan’ın histeriğin söyleminde formüle ettiği üzere özne, Öteki’nden varlığındaki eksikliğe bir yanıt sunmasını talep eder. Fakat Öteki’nin sunabileceği yanıt hiçbir zaman öznenin hakikatine temas edemez. Özne eksikliğine ilişkin yanıtı Öteki’nden talep etmeye devam ettikçe ve her seferinde hüsrana uğradıkça arzu nesnesinden uzaklaşacak ve kendine yabancılaşacaktır.
Yaşamın özü ve devindirici gücü olan arzunun sıkışması halinde, depresife özgü, dış dünyaya yönelik ilginin kesilmesi, günlük aktivitelerden alınan zevkin kaybı ve benzeri klinik tablolarla karşılaşılacaktır.
Ancak burada depresif belirtilerin sebebi; kaybın varlığı değil, kaybın özne için anlamıdır. Kayıptan doğan arzu tanınamamakta ya da adlandırılamamaktadır. Nitekim Lacan, Sofokles’in eseri olan Kral Oedipus’un sonunda, Oedipus’un kaderini kabul ettiğini fakat kendisini affedemediğini söyler. Kral Oedipus’un psikanalizinin bittiği nokta olarak ise; kayıpla yüzleştiği ve tarihine anlam kattığı an olan “Şimdi ben bir insan olmak üzere yaratılmış önemsiz bir hiç miyim?” cümlesinde gerçekleştiğini söyler.
Yazar: Doğukan Canbulut, Stajyer Psikolog
Düzenleyen: Gözde Özbek, Uzman Klinik Psikolog
Referanslar:
- Felman, S. (2009). Jacques Lacan ve içgörü’nün serüveni, çağdaş kültürde psikanaliz. (S. Kibar, Çev.). MonoKL Lacan Özel Sayısı, Sayı: VI-VII.
- Freud, S. (2002). Metapsikoloji. (E. Kapkın, A. T. Kapkın, Çev.). İstanbul: Payel Yayınları.
- Fink, B. (2016). Lacancı psikanalize bir giriş. (Ö. Öğütcen, Çev.). İstanbul: Encore Yayıncılık.
- McWilliams, N. (2010). Psikanalitik tanı: klinik süreç içinde kişilik yapısını anlamak. (E. Kalem, Çev.). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
- Ünal, E. (2017). Lacancı söylem kuramı: histeriğin söylemine dair bir vaka örneği. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi , 4 (2) , 10-25.
- Nacak, O. (t.y./n.d.). Lacancı söylemler. Erişim: 15/06/2022. https://www.oguzhannacak.com/post/lacancı-söylemler