
İnsan ilişkilerinde tekrar eden kalıplar, açıklanamayan duygusal tepkiler ya da yakınlaşma ve uzaklaşma döngüleri… Bunların kaynağı yalnızca bugünkü yaşantılarımızda değil; çoğu zaman çocukluk döneminde kurduğumuz ilk bağlarda gizlidir. Psikanalitik terapi ve bağlanma kuramı, geçmiş yaşantılarımızın bugünkü ilişkilerimizi ve duygusal tepkilerimizi nasıl şekillendirdiğini anlamamıza yardımcı olur.
Bağlanma Nedir?
John Bowlby tarafından geliştirilen bağlanma kuramı, çocuklukta kurulan ilk ilişkilerin yaşam boyu süren yakın ilişkilerimizin temelini oluşturduğunu savunur. Bir bebeğin annesiyle ya da birincil bakım verenle kurduğu ilişki; güven duygusunun, benlik algısının ve duygusal dayanıklılığın gelişiminde kritik bir rol oynar.
Freud’un psikanalitik yaklaşımına göre de, yaşamın ilk yılında (oral dönem) çocuk, haz ve doyum arayışı içindedir. Bu süreçte temel ihtiyaçları karşılayan kişiyle (genellikle anneyle) kurulan bağ yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal olarak da belirleyicidir.
Bağlanma Stilleri Nelerdir?
Erken dönem ilişkiler bireyin ilerleyen yaşlarda geliştirdiği bağlanma stilini büyük ölçüde etkiler. Güvenli bir bağlanma deneyimi yaşayan bireyler ilişkilerde yakınlık kurmaktan kaçınmazken, tutarsız ya da travmatik yaşantılar sonucu gelişen bağlanma stilleri şunlardır:
– Kaygılı Bağlanma: Terk edilme korkusu yüksektir, kişi ilişkilerde yoğun onay ve güvence arar.
– Kaçıngan Bağlanma: Yakın ilişkilerde duygusal mesafeyi tercih eder, bağımlı olmaktan kaçınır.
– Dağınık (Dezorganize) Bağlanma: Genellikle travmatik yaşantılar sonucu gelişir; kişi hem yakınlık ister hem de korkar.
Bu bağlanma biçimleri yalnızca romantik ilişkilerde değil; arkadaşlık, iş ilişkileri ve hatta kişinin kendisiyle kurduğu ilişkide dahi etkili olabilir.
Nesne İlişkileri Kuramı: İlk Bağların Psikolojik İzleri
Melanie Klein’ın geliştirdiği nesne ilişkileri kuramı, bireyin psikolojik yapılanmasının erken çocuklukta bakım verenle kurulan ilişkilere dayandığını savunur. Klein’a göre, bebek ilk nesnesi olan annesiyle kurduğu ilişki sayesinde hem iç dünyasını hem de dış dünyayı anlamlandırmaya başlar.
Klein’ın öne çıkardığı “iyi meme – kötü meme” kavramı, çocuğun doyurulduğunda olumlu, aç kaldığında ise olumsuz bir nesne algısı geliştirdiğini ifade eder. Bu süreç zamanla içselleştirilerek bireyin duygu dünyasında suçluluk, pişmanlık ve vicdan gibi yapıları şekillendirir.
Psikanalitik Terapide Bağlanma Nasıl Ele Alınır?
Psikanalitik terapi, bireyin geçmiş deneyimlerinin bugünle olan bağlarını anlamaya ve dönüştürmeye odaklanır. Bağlanma kuramı, terapide önemli bir referans noktasıdır.
Terapi sürecinde danışan, geçmişte yaşadığı bağlanma deneyimlerinin bugün ilişkilerine ve kendilik algısına nasıl yansıdığını fark eder. Bu süreçte şu gibi durumlar gözlemlenebilir:
– Aktarım: Danışan, terapisti ebeveyn figürü gibi algılayabilir.
– Kaçınma veya Bağlanma Korkusu: Danışan yakınlık arttığında terapiye direnç gösterebilir.
– Yoğun Duygular: Kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler, terapide yoğun terk edilme korkuları yaşayabilir.
Terapist, bu dinamikleri fark ederek danışana hem geçmiş ilişkilerini anlamlandırma hem de daha sağlıklı bir bağlanma kapasitesi geliştirme fırsatı sunar.
Sonuç: Bağ Kurmak ve Dönüştürmek Mümkün
Bağlanma kalıplarımız değiştirilemez değildir. Psikanalitik terapi, bireyin erken dönem ilişkilerden kaynaklanan içsel çatışmalarını anlamasına ve dönüştürmesine olanak tanır. Bu süreç sabır ve içsel cesaret gerektirir; ancak kişinin ilişkilerinde daha sağlıklı, güvenli ve doyumlu bir bağ kurma kapasitesini güçlendirir.
Yazar: Selin Baktır, Uzman Psikolog
Düzenleyen: Gözde Özbek, Uzman Klinik Psikolog
Terapiye başlamak ya da daha fazla bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz