Ece Yayla, Uzman Klinik Psikolog
Saklanmak bir keyif, bulunamamak ise felakettir.
Winnicott “saklanmak bir keyif, bulunamamak ise felakettir” der. Bu söz, ilişkilerimize, ben ve ötekine; gizlenmek, kaybolmak ama bir yandan da bulunmak, görülmek isteyen taraflarımıza dair pek çok anlam barındırıyor. Bu sözü anlamlandırmaya; saklambaç oyununa biraz yakından bakarak, bir çocuk için neler ifade ettiğini anlamaya çalışarak başlanabilir.
Saklambaç oyunu; bir ötekinden saklanmak ve bulunmayı beklemektir temelde. Ben ve ötekine dair, ayrı olabilmeye ama bulunabilmeye dair bir oyun. Çocuk önce bulunamayacağı bir yer bulur ve saklanır. Bu aslında ötekinden ayrı olarak kendini deneyimleyebilmesi, kendisini ötekinden bağımsız algılayabilmesi için de bir fırsattır. Ebeveyn de buna izin verir, her yeri arar ama çocuğu bulamaz. Sonra ebeveyn çocuğu görür ve “aa buradaymış!” der. Bu anda çocuk tekrar bir ötekinin gözünde “var olur”. Ayrılma ve kavuşma anı canlandırılır. Şaşkınlık, keyif, kaygı hisleri birlikte yaşanır. Çocuk oyunu tekrar tekrar oynamak ister, saklanıp bulunma, hem tek başına var olma, hem de tekrar birlikte olmayı deneyimliyor gibidir; aynı zamanda ötekinin onu bulabileceğine dair güvenini de inşa ediyordur.
Çocuk uzun bir süre bulunamazsa, bu çocuk için korkutucu bir deneyim halini alır. Çocuk ortaya çıkar, kendini göstermek ve ebeveynin gözündeki sevinci görmek ister. Kendini ayrı deneyimleme ihtiyacı kadar bir başkasının gözünde kendini görme ihtiyacı vardır çünkü kim olduğunu bilmek için. Saklambaç oyununa bu taraftan baktığımızda çocuğun saklanıp, kimsenin onu bulmaya yeltenmediği ya da çocuk kendini gösterdiğinde de uygun bir yanıt alamadığı durumlarda, çocuğun iç dünyasında nasıl yansımaları olacağını anlayabiliriz.
İhtiyaçlarını gösteren çocuğun yanıt alamaması, ebeveyni tarafından ihmal edilmesi tam da saklanıp bulunmamak gibi bir deneyimdir. Bu durumun tam tersi de mümkündür tabi. Saklanmasına hiç izin verilmeyen çocuk, kendini ayrı, bağımsız bir varlık olarak deneyimleyemez, bir ayrılık olmayınca kavuşmanın keyfi de hissedilemez. İki türlü ne ayrı olmayı ne de birlikte olmayı deneyimleyebilir çocuk.
Yetişkinlikte de bu oyunu sürdürmeye devam ederiz aslında. İçimizde hem saklanmaya, kendimizi izole etmeye dair, hem de görülmeye, bulunmaya dair arzular var. Ne kendimizi tümüyle apaçık etmek isteriz tüm tehlikelere karşı, ne de tamamen görünmez olmak, ihmal edilmek. Bazen gizleniriz ama birileri de gelip bizi bulsun, görsün isteriz. Bilinçli veya bilinçdışı şekilde gerçek benliğimizi ötekinden saklarız, sakladığımız taraflarımız görülüp, fark edildiğinde ise bundan haz alırız.
Ötekiyle karşılaşma da bir saklambaç oyunu gibidir. Çok uzun süre saklanırsak ve kimse bizi bulamazsa o bekleyiş artık acı verici bir deneyime dönüşür. Hiçbir zaman bulunamamış, görülmemiş hisseden kişilerin deneyimlerinde bunun izlerini görmek mümkündür.
Kimsenin bizi bulmadığını, belki zaten bulmakla ilgilenmediğini hissettiğimizde, “gerçek olma” hissini deneyimlemek zordur. İnsanın sağlıklı bir benlik geliştirebilmesi ve “gerçek” hissetmesi için kendisini hem ötekinden ayrı, bağımsız bir ben olarak görmeye, hem de öteki tarafından fark edilme, ötekiyle birlikte var olabilme deneyimlerini yaşayabilmeye ihtiyacı vardır. Ötekiler tarafından görülmeye ama aynı zamanda kendiliğine de bir alan açılmasına. İnsan bu ikisi arasında var olamadığında artık oyun oynamak da kuru, cansız bir deneyim halini alır. Bu yüzden saklanmak; bulunacağımızı bildiğimizde ne kadar keyifliyse, bulunamadığımızda bir o kadar acı vericidir.
Referanslar:
Ogden, T. H. (2018). The feeling of real: On Winnicott’s “Communicating and not communicating leading to a study of certain opposites”. The International Journal of Psychoanalysis, 99(6), 1288-1304.
Bergman, A. (1993). To be or not to be separate: The meaning of hide-and-seek in forming internal representations. Psychoanalytic review, 80(3), 361-375.